her birinin içinde yaşamış olmak istediklerimdir..
eski sokaklara aittir eski evler ve kendimi bildim bileli müptelasıyımdır bu durumun. ahşap, taş, kerpiç, bahçeli, balkonlu, sardunyalı, begonvilli, ya da yediverenli..
her birinde bir yaşanmışlık vardır. bahçedeki koca taşlar cilalı gibidir, çünkü üstüne basılmıştır yüz küsur yıldır. duvarlar dokunsan yıkılacak gibidir, çünkü ne rüzgarlar, kar boranlar görmüştür kim bilir. en çok da içe doğru oyuk pencerelerdir aklımı başımdan alan. mavi, mor, sarı, yeşil ahşap panjurları olan. baktıkça dünyanın renginin açıldığı, bulutların dağıldığı, zaman zaman arap kızının camından baktığı pencereler. tıpkı hayalleri süsleyenler gibi..
anneannemin annesinin muhteşem sayılmayacak ama benim, içinde kendimi kaybettiğim bir evi vardı. bornova'da, eski çeşme'yi bilenler iyi bilir nefseaba'nın evini. yüz yılı geçkin bir mazisi olan ve basbayağa müzelik bir ev idi bahsettiğim. gerçi hoş, bizim büyük anneanne de müzelik sayılırdı. işte o evde geçmişti benim haftasonlarım, bayramlarım, sömestirlerim. evin tek penceresi vardı ve ben koca bir günü hiç sıkılmadan oraya tüneyerek geçirebildiğimi hatırlıyorum. o koca oyuktan dışarıya bakıldığında yalnızca gökyüzü ve bahçedeki devasa incir ağacı görülüyordu. orada uyuya bile kalmışımdır çoğu zaman. evin içi hep peksimet kokardı. kapıya yakın bir yerde de kömür sobası dururdu yaz kış. büyük anneanne gençliğini, çektiği çileleri anlattıkça daha çok sokulurdum yamacına..
sonra gerçi, nefise sultan da, asırlık evi de hikaye oldular.
sonra gerçi, nefise sultan da, asırlık evi de hikaye oldular.
ben nerden bileyim bu eski ev aşkının yıllar sonra depreşip yine beni bulacağını.. hep bozcaada sorumlu ama!! ne zaman ki bir öğleden sonra arabalı vapur beni izmir'den alıp, bu boz ada'ya bırakıp gitti; o zaman başladı her şey. ya da hiç bitmemişti de bir ölünün dirilmesi misali tekrardan canlanmıştı. hortlamıştı kaba tabiriyle. eski sokaklarda kendini kaybetmiş bir deli kız vardı. evler.. eski evler.. cumbalı, beyaz badanalı, mavi şeritli, ahşap, işlemeli, oymalı, ömre bedel evleri vardı bozcaada'nın. hangi birini fotoğraflasam karmaşası içinde deliler gibi deklanşöre basar bulmuştum kendimi. nasıl olduğu mühim değil, bir belge olmalıydı elimde, izmir'e döndüğümde.
ve her birine yürekten aşık olmuştum çoktan. gece uykumu kaçırıp sokaklara çıkma isteği duyarcasına yoğundu içimdeki kıpırtı. gidip kaldığım pansiyonun bulunduğu sokağın köşesinde yaşayan rum amcayı ziyaret edesim vardı. ettim de nitekim..
kedilerle yaşayan bahar hanımın da konuğu oldum kısa süreliğine. evlerin içi ayrı, dışı ayrı yakıcıydı. ne zamanlara şahitlik ettiklerine dair dindiremediğim bir merakım vardı. ve bu merak, bozcaada'da olduğum süre de, izmir'e döndüğümde de beni hiç bırakmayacaktı..
hala daha merak eder dururum...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder