22 Mayıs 2007 Salı

eski evler

her birinin içinde yaşamış olmak istediklerimdir..

eski sokaklara aittir eski evler ve kendimi bildim bileli müptelasıyımdır bu durumun. ahşap, taş, kerpiç, bahçeli, balkonlu, sardunyalı, begonvilli, ya da yediverenli..


her birinde bir yaşanmışlık vardır. bahçedeki koca taşlar cilalı gibidir, çünkü üstüne basılmıştır yüz küsur yıldır. duvarlar dokunsan yıkılacak gibidir, çünkü ne rüzgarlar, kar boranlar görmüştür kim bilir. en çok da içe doğru oyuk pencerelerdir aklımı başımdan alan. mavi, mor, sarı, yeşil ahşap panjurları olan. baktıkça dünyanın renginin açıldığı, bulutların dağıldığı, zaman zaman arap kızının camından baktığı pencereler. tıpkı hayalleri süsleyenler gibi..



anneannemin annesinin muhteşem sayılmayacak ama benim, içinde kendimi kaybettiğim bir evi vardı. bornova'da, eski çeşme'yi bilenler iyi bilir nefseaba'nın evini. yüz yılı geçkin bir mazisi olan ve basbayağa müzelik bir ev idi bahsettiğim. gerçi hoş, bizim büyük anneanne de müzelik sayılırdı. işte o evde geçmişti benim haftasonlarım, bayramlarım, sömestirlerim. evin tek penceresi vardı ve ben koca bir günü hiç sıkılmadan oraya tüneyerek geçirebildiğimi hatırlıyorum. o koca oyuktan dışarıya bakıldığında yalnızca gökyüzü ve bahçedeki devasa incir ağacı görülüyordu. orada uyuya bile kalmışımdır çoğu zaman. evin içi hep peksimet kokardı. kapıya yakın bir yerde de kömür sobası dururdu yaz kış. büyük anneanne gençliğini, çektiği çileleri anlattıkça daha çok sokulurdum yamacına..
sonra gerçi, nefise sultan da, asırlık evi de hikaye oldular.

ben nerden bileyim bu eski ev aşkının yıllar sonra depreşip yine beni bulacağını.. hep bozcaada sorumlu ama!! ne zaman ki bir öğleden sonra arabalı vapur beni izmir'den alıp, bu boz ada'ya bırakıp gitti; o zaman başladı her şey. ya da hiç bitmemişti de bir ölünün dirilmesi misali tekrardan canlanmıştı. hortlamıştı kaba tabiriyle. eski sokaklarda kendini kaybetmiş bir deli kız vardı. evler.. eski evler.. cumbalı, beyaz badanalı, mavi şeritli, ahşap, işlemeli, oymalı, ömre bedel evleri vardı bozcaada'nın. hangi birini fotoğraflasam karmaşası içinde deliler gibi deklanşöre basar bulmuştum kendimi. nasıl olduğu mühim değil, bir belge olmalıydı elimde, izmir'e döndüğümde.

ve her birine yürekten aşık olmuştum çoktan. gece uykumu kaçırıp sokaklara çıkma isteği duyarcasına yoğundu içimdeki kıpırtı. gidip kaldığım pansiyonun bulunduğu sokağın köşesinde yaşayan rum amcayı ziyaret edesim vardı. ettim de nitekim..

kedilerle yaşayan bahar hanımın da konuğu oldum kısa süreliğine. evlerin içi ayrı, dışı ayrı yakıcıydı. ne zamanlara şahitlik ettiklerine dair dindiremediğim bir merakım vardı. ve bu merak, bozcaada'da olduğum süre de, izmir'e döndüğümde de beni hiç bırakmayacaktı..

hala daha merak eder dururum...

1 Mayıs 2007 Salı

guguk kuşu


biri doğu'ya
biri batı'ya
biri de guguk kuşu'nun yuvasının üstünden kim bilir ne tarafa...
tanım, elbet basit: ken kesey'in ünlü bir romanıdır guguk kuşu. ve belki de en fazla bu yüzden nefret ederim tanımlardan ve onları yapma zorunluluğundan.
bana göre ise guguk kuşu, bana ait koca bir dönemi kapsar. üniversite bir'imdir o benim. oya işler gibi üzerine titrediğim, portre çizer gibi ince ince ter döktüğüm, bebek bakar gibi uykusuz geceler geçirdiğim ilk çalışmamdır.
her ertesi yıl açıp baktıkça hep aynı gururu duyduğum..
internetle pek aramın olmadığı bir zamanda tanışmıştım mcmurphy ile. iyiki de öyle olmuş. teknoloji ile varamazdım bu adamın derinliklerindeki gizeme yoksa. google'ın hiçbir sonucu ister önüme capcanlı getirip koysun, ister taklalar atsın, tatmin edemezdi beni. zira kendim keşfetmeli, analiz edip iyice içselleştirip, kafamda tasarlayıp, hamur gibi şekil verip, kendim yazmalıydım her karesini eşsiz güzellikteki bir modeli resmeder gibi.
mcmurphy ile aramızdaki tek sorun olan, o günlerde yeni yeni tanışmış bulunduğum mla kurallarını saymazsak, her şey neredeyse mükemmel gitmişti. beni neredeyse "sistem" düşmanı haline getirmesiyle sonuçlanmış bir adam'ım ol(uş)muştu hayatımda, makale tamamen bittiğinde. ve bir akıl hastanesi dolusu sırdaşım elbet..
onlar iyi bilir, bir kitap başında elinde fosforlu bir marker'la sabahlamak, guguk kuşu misali kitabın içinden geçip hastane koridorlarında dolanmak, empatiyi abartıp akıl hastası haline gelmek, notlar almak, tek tek hocalara danışmak, müsvetteler dolusu hayaller yazmak, olmadı; silip baştan yazmak, onların bir bir altını çizmek, akıl sağlığını yitirircesine bir kitaba bağlanmak, nedir..
bu kitabı neden bu denli ciddiye aldım, ben de bilmiyorum..
ama sizinleyim, sizin tarafınızdayım chief bromden, dale harding, max taber, george sorensen, cheswick, martini, scanlon, billy bibbit, ve randle patrick mcmurphy!!
sizinleyim tee o günden beri..